https://www.yazi-yorum.net/wp-content/uploads/2020/06/hakkimizda.jpg

Varlık ile yokluk arasındaki ince çizginin getirdiği küçük bir kıvılcımda insan, yaşadığını hissedebilmek için harlar mı yoksa bir köşede söndürülmeyi mi bekler?  En çok sevdiği varolanlarını yitirdiği için başını kuma mı gömer, yoksa kabak gibi ortada olduğunu hissedip ufalanan kumlardan kaleler mi yapar? Bir insan yok olan ile var olmamayı mı kendi kendine öğütmelidir, yoksa var olan ile yok olmamayı mı yerli yerinde öğretmelidir? Baktıkça doyamadığı çiçeği kururken yeni çiçek mi ekmelidir, yoksa çiçeğinin bıraktığı yerden mi devam etmelidir… Bazen aşk, iki kişilik değildir. Aşkın yeganeliği; sahnede sessiz sedasız sahte aşk rivayetlerinin kifayetsizliğini, cümle kovalayan gardiyanları ile rehin alınmış dünyaya renkli akvaryumundan anlatmaya çalışan bir balığa benzer. O balık dapandomim sanatçısından farksızdır. Kimisi derhizini sözleriyle anlatır, kimileri kalemini kelimelerle karıştırır, bazıları da vardır ki sustuğu arazlarını nehirleriyle haykırır…

Louis Wain de akıttığı gözyaşlarıyla sulamaya başlamış resimlerini… İki kişiden biri olmadığında da aşkını yaşatmış kedileri… Babası öldükten sonra baktığı ailesi tarafından ilişkisi onaylanmayan bir adam, âşık olduğu eşini kaybetmemek için nelerini vermezdi… Kızkardeşleri için evlerine gelen mürebbiyeye âşık oldu Louis Wain.  İnsan hiç kendinden on yaş büyük, farklı statüye sahip birine âşık olur muydu? Aşkın kılavuzu, danışmanı var mıydı da içimizden gelenleri dışımızda görmeyi bekledikleri gibi üzerimize geçirdikleri kılıfına uygun yaşatmak ve dayatmak zorunda hissettiriliyorduk? Birileri onu dışladığında aşkından vazgeçemezdi… O kadınla evlendi Louis Wain. Evlendikten kısa süre içinde kanser hastalığına yakalanan eşine moral olması için, kedileri resimlerinde insanlaştırmaya başladı. Louis Wain insan olamayanlara inat eder gibi masalara oturan, yemek yiyen, elinde çantasıyla gezmeye giden, çay içen, bisiklete binen, gülümseyen kediler çizmeye başladı. Bunların hepsini aşk için, sevdiği kadını biraz da olsa güldürebilmek için yapıyordu.  Güldürüyordu da ama bazen aşkın gülüşü çiçeğin solmadan kalmasına yetersiz kalıyordu. İnsan baharını kışa çevirene mi küsmeliydi yoksa baharda solup gidene mi sitem etmeliydi? Eşi Emily Richardson daha fazla gün ışığına dayanamayıp teşhisten üç sene sonra solarken, Louis Wain de kedili resimlerini sulamaya başladı. Çizdiği bazı resimler dünyanın ilk resimli haber dergisi olan “The IIlustrated London News” de yayımlandı. Louis Wain, bu tarz konuları önemsemiyordu. Onun tek umursadığı şey yarattığı kedileri ve ölen sevgili eşiydi. Resimlerini çizmeye devam ederken kötü giden psikolojisi sebebiyle hastanelere kapatıldı. Ama çizmeyi bırakmadı. Belki de eşini sadece bu resimlerle hissedebilme düşüncesiyle “Kedili Ressam” olabilecek kadar çok kedi resmi çizmişti. Ünlü ressama daha sonrasında şizofreni teşhisi konuldu. Zaman içinde çizdiği insan davranışları olan kediler, fraktal çizimler içinde tüyleri dikelmiş, mutsuz, depresif kediyi bulma oyununa doğru evrildi. Bu çizimler dünyaya ün salmışken, şizofreni dediğimiz bozukluğun bu bedende nüfuz bulup bulmadığı sorgulanmalıydı. Döneminde de doktorların ikiye ayrıldığı görüşler mevcuttu lakin tanımsal olarak bakıldığında bozukluk, bambaşka bir yeteneği selvigiller gibi arşa çıkarmıştı. Ama yavaş yavaş değil aniden büyüdü bu selviler… Buna bozukluk diyebilmek için, yanlış kulvarın içinde boğulan birinin yüzemediğine şahit olmalıydık. Ancak yüzmek ne kelime, suya dalıp nefesini dakikalarca tutarak karşıya geçebiliyordu Louis Wain. Bize farklı gelen her şeyi damgalayabilmek veyahut ortalıkta fazlaca yer kaplamasını önleyebilmek her dönemde olabilirliğini korudu. Belki de bu da sadece onlardan biriydi.

Gözyaşlarını resimlerde görüp zenginleştirmek yerine, yeteneğini körelttiğini düşündükleri bir hastalığı yapıştırdılar üstüne. Bu kadar yetenekli birisi, dönemindeki insanları ürkütmüş olabilir miydi?  Hem aşkıyla hem de varlığıyla “hiçmiş” gibi davranması onu bir akıl hastanesinde yaşamaya itti. Milyonları etkileyen çizimlerinin peşinden gitmiş olsaydı kolayca zengin olabilirdi ancak bunu istemedi Louis Wain. Bizim hoşumuza giden, beğendiğimiz resimlerin ardındaki Wain’in ruhundaki acıyı siz de hissedebiliyor musunuz? Bir kaygı güderek çizmediği resimlerinin altındaki trajediyi kulağınız olmadan da duyabiliyor musunuz?

Louis Wain aşkı, gerçekliğinde düşleyip resmetti. Demek ki aşk; sadece baharda çiçekler açtığında devam eden bir şey değildi, kışını yaşarken içinde suladığı dünyasının tınısını tek kişiyle yaşatabilmekti. Kedili resimleriyle kumlardan kaleler yapıp uçup gitti bir hastanede… Pandomim sanatçısı yok olsa da anlattığı baki kalırdı var ettiği sahnede. Aşıklar, pare pare yok oldu ama gıyabında halesi kaldı…