https://www.yazi-yorum.net/wp-content/uploads/2020/06/hakkimizda.jpg

 

Kadının toplumdaki yeri…  Onlarca yıldır süregelen bir mesele bu.Bugün de farklı bir noktada değiliz. Hâlâ kadının toplumsal alanda kendi varlığını kanıtlamak zorunda bırakıldığı bir dönemi yaşıyoruz. Bu durum edebi eserlere de yansıyor şüphesiz. Günümüzde kadın yazarların bu duyarlılığı ortaya koyduğu fazlaca eser mevcut. Bu eserlerin de üstünde durduğu edebi bir birikim var elbette. Edebiyatımızda kadının varoluşunu işleyen ve bu birikimde temeli oluşturanlardan biri de  Nezihe Meriç. 1950 kuşağı içinde yer alan ve Türk öykücülüğündeki dönüşüme katkıda bulunanilk kadın yazarlardan, Nezihe Meriç. Çağdaşlarıolan Tomris Uyar, Leyla Erbil, Füruzan gibi günümüzde ön planda olmasa da 50 kuşağı öykücüleri içindeki Vüsat Bener, Yusuf Atılgan, Ferit Edgü, Demir Özlü, Erdal Öz, Orhan Duru gibi erkek yazarların arasından sıyrılarak Türk öykücülüğündeki bu kırılmada bir kadın olarakyerini almayı başarmıştır. Bu sebeple bu yazımda kadının özgürlüğü meselesi üstünde duran Nezihe Meriç’i incelemek istedim. YKY’ den çıkan ve Toplu Öyküler-I adını taşıyan kitaptaki öyküleri “Menekşeli Bilinç” öyküsüyle noktalayacağım yazımda yazarın evlilik ve aile kavramı üzerinden kadın özgürlüğünebakışını ele alacağım.

Toplu Öyküler- I kitabı Bozbulanık, Topal Koşma ve Menekşeli Bilinç olmak üzere üç bölümden oluşuyor. Bozbulanık kendi içinde 17 öykü bulundurmakta. Nezihe Meriç’ in bu bölümdeki öyküleri yazdığı ilk öykülerdir. Bireysel konulara ağırlık verdiği bu bölümde aktarılan öykülerin kimi taşrada tanık olduğu manzaralardan etkilenerek yazdığı öykülerdir. Bu ilk bölümde kadın meselesi bir özgürleşme eğilimine bürünmekten ziyade iç sıkıntısı, çaresizlik şeklinde aktarılmıştır.Öykülerindeki bu iç sıkıntısı, hayatı ciddiye almayan sıradan insanların dokunuşuyla ortadan kalkar.“Bozbulanık’taki çoğu öyküde karşımıza çıkan ve ‘yarı aydın’ diyebileceğimiz okumuş kişiler- çoğunlukla öğretmenler- küçük şeylerle mutlu olan, derin düşüncelere dalmayan ve varoluşsal sıkıntılarla çok fazla haşır neşir olmayan insanlarla karşılaştıklarında kendilerini iyi ve huzurlu hissederler.” ( Dirlikyapan, 91)

Toplumun kadından beklentileri, medeni durumu farklı kadınlar üzerinden verilmiş, kadının evlilikle olan bağı üzerinden değer gördüğü gerçeği eleştirel biçimde ortaya konmuştur. “Dünyada Teknik Arıza” öyküsünde tahsilini yarım bırakmış Nermin Hanım’ın kocasına sadakatle bağlı olmasına karşın aldatılması, dikiş dikerek bir başına tutunma çabası, ikinci evlilik niyetiyle çevresindekilerce farklı adamlarla tanıştırılması ve bunun da komşuları için dedikodu malzemesi haline gelmesi anlatılırken“Uzun Hava” öyküsündeSabir’inSofiya’ yı sevmesine rağmen istemediği bir evlilik içinde olmasının sıkıntısı anlatılır. Üstelik çocuk yapması öğüdünde bulunan Fehmi Usta ile aile kavramına da eleştiri yöneltilir. “Bazıları” öyküsünde de Rıza Bey ve Sabiha Hanım’ın sevgiden yoksun evlilikleri, Rıza Bey’in eşi tarafından anlaşılmayacağını düşünmesi üzerinden eleştirisini ortaya koyar yazar. “Keklik Türküsü”nde ise annesi Makbule Hanım ve komşu Zehra Hanım’ ın evlilik yapmasını dayattıkları Oya’nın vapurda karşılaşıp flört ettiği ve “Dergi” adını verdiği adamın ortadan kaybolması sonrası parmağında nişan yüzüğü ile karşısına çıkması anlatılır.

Evlilik ve aileye dair en çarpıcı eleştiriyi ise “Öğretmen” öyküsünde dile getirir. Ders boyunca öğretmenin öğrenciler üzerine gelecek tahmininde bulunduğu, öğrencilerin dersteki tavrıyla kendi çevresinde tanıdığı insanlar arasında bağ kurarak nasıl insanlar olacaklarına dair çıkarımlarda bulunduğu bu öyküde, çocuklar üstüne düşündüklerinden uzaklaşarak arkadaşı Aliye’nin söylediklerini anımsar: “Yine bir gün Aliye “Bu dünya piçlerle dolu.” Diyordu. “Örneğin ben piçin alasıyım. Benim babam pis, adi, sarhoş herifin biri. Annem de eh, sıradan bir kadın. Birbirini düşünmeden,arzu etmeden, rastgele birleşmiş iki insan. Nikah ne demek? Ne idüğü belirsiz bir herif, yani imam; üç beş kişiden aminamin ve peydahlanan ben. Ama düşünün birbirini arayıp bulan, isteyen iki ruh, iki vücut birleşirse… o zaman kağıtlar ve imzalar bir yana, doğan çocuk piç değildir. Kesinlikle! Sahici insan odur işte.”(s.62)

Ve Aliye’nin söylediklerinden gürültüyle birlikte sıyrılıp tekrar sınıfa döner öğretmen. Öğrencilerin davranışlarına yön vermekten yana isteksizdir. Kendisini kitaplarıyla baş başa sıcak bir evde düşlerken, gencecik bir öğretmenin kürsüde nasıl göründüğüyle bitirir öyküyü yazar. Bu öyküde çocuklar ailenin temel unsuru kabul edildiğinden Aliye’nin söylediklerini anımsar. Aliye sevgisiz evliliklere, imam nikahına, hatta sevginin olmadığı imzalara, resmi nikaha bile eleştirel yaklaşır. Tutkunun, arzunun olmadığı birliktelikte çocukların ilgisiz büyümesine ve içi boşaltılmış aile anlayışının varlığına işaret eder. İlk öyküleri içindeki “Öğretmen”de Aliye’nin ilişkide sevgiye, tutkuya olan vurgusu “Topal Koşma” bölümünde“Susuz IV” ve “Susuz VII” öyküleriyle devam eder. Susuz IV’ te eşi tarafından aldatılan, eşinden başka birini sevdiğini öğrenen bir kadının çocukları uğruna evliliğini sürdürme çabası anlatılır. Kendisini değersiz hisseden kadının Meli’yle –Topal Koşma’ da Meli farklı öykülerde karşımıza çıkan bu bölümdeki kimi  öykülerinin ortak kişisidir- dertleşmesini okuruz. Toplumun evliliğe bakışı,bir kadının başında bir erkekle varlığını sürdürebileceği anlayışı, kadının “yuvayı kuran dişi kuş” anlayışıyla  evlilikte alttan alan, görmezden gelen, bütün hataların üstünü örten, ailesi-çocukları için fedakarlık yapması gereken taraf olması zorunluluğu sorgulanır. Üstelik mağdur kadın kahramanımız toplumda yalnız değildir. Yazar bunu öykünün sonlarına doğru kahramanımızın ağzından dillendirir: “Halamın çilesi aynen benimki de. O da bize belli etmemiştir hiçbir zaman. Oysa eniştem eve kadın bile getirmiş kahrolasıca.” (s. 129) Burada ailenin onurunu, huzurunu ruhsal yıkımlarına, bunalımlarına rağmen kadının tek başına üstlenmesigerektiği anlayışı ortaya konmuştur. Meli ise bu fedakarlığı sorgular. Anladığını söyler fakat kadının kendisine “Ben?” sorusunu sormasını ister. Kadın ne istemekte, nasıl bir yaşamı arzu etmektedir? Evlilikte yalnız bırakılmış, değersizleştirilmiş kadınlar… hele çocuk sahibiyseler “annelik” in gereklerini, kutsallığına uygun biçimde yerine getirmekle yükümlüler. “Bir yandan çocuklar ve çorba kurtuldu, öbüründe bir kadın yapayalnız.” (s. 130)öyküyü özetleyen cümledir.

Susuz VII’ de ise evlilik dışı birlikteliklere toplumun bakışı üstünde durur. Meli bu öyküde de karşımıza çıkar. Kafası karışık, değer yargılarından bunalmış, kendini yalnız hisseden ve bu durumu “susuzluk, açıkta kalmak” olarak adlandıran bir kızdır. Avukat arkadaşı Ahmet ve Sofiya ile evinde polis tarafından basılmış, Ahmet’ in rahatsızlığı nedeniyle kullanılan alkol de durumu içinden çıkılmaz bir hale getirmiştir. Edebiyat öğretmeni olan Meli öğrencilerinin, akrabalarının yanlış düşüncelere kapılması karşısında kendisini sıkışmış, çaresiz hisseder. Ve Meli yaşananlardan sonra amca oğluyla arasında yaşanması muhtemel bir diyalogudüşler. Bu sohbette evlilik üstüne düşüncelerini yineler Nezihe Meriç:

Zamanımızın kızları düşünce olarak da, duyguları bakımından da yükselmiş ve kolay doyurulamaz bir duruma gelmişlerdir. Bunun sonucu evlenmenin güçleşmesi oluyor doğal olarak. Bunlardan birçoğu kendilerini hala dünün evde kalmış kızıyla ölçerek aşağılık duygusuna kapılıyor sonunda.böylece evlenmelerin yüzdeye vurmayayım ama pek çoğu bir izale-i bikr evlenmesi oluyor. Bu aşağılık duygusundan çevrenin baskısından kurtulmak için km olursa nasıl olursa olsun bir evlenme yapıyorlar. Olmazsa ayrılıyorlar. Ayrılmak önemli değil. Bu onları evlenmemiş kız durumundan genç dul haline getiriyor. Bir de çocukları oluyor. Çocuk önemlidir kadın için. Çok önemli. Yani sizin anlayacağınız kızlıklarını sevdikleri biriyle yatıp bozduracaklarına, bu dürüst bir şeydir doğa kanunlarınca, bazı toplumlarda sizin buyurduğunuz gibi nikah memurunun imzasıyla yapıyorlar. Ben bu yolu beğenmediğim için sevdiğim biriyle yattım. Evlenmek niyetinde de değilim.” (s. 160)

Meli bütün bu düşüncelerini elbette hayalinde söyleme cesareti gösterir. Nezihe Meriç’ te özgür kadın, birey olduğunu, seçme hakkı olduğunu, var olduğunu Menekşeli Bilinç’ te haykırır. Öncesinde eğitimli ve sevgiyi arayan kadın bütün itirazlarını içinden yapar. Kafa tutuşları, açık sözlülüğü, kararlılığı dışarıya yansımaz. “Varım Diyorum İnanmalısınız” da yazar hikaye oluşturma sürecini aktararak olayı verir. Öyküde anlatılanlar anlatıcının yaşadıklarıdır. “Bir hikayem vardı. Yazamıyordum. Kimse hikayemle aramda geçenleri anlamıyordu. Sinirlerim bozuldu bu yüzden. O, 1954’te kalmıştı; ben 1959’a değin yaşamıştım. Kurtulmak için türlü yollar denedim, olmadı. Sonunda bir sinir doktoruna gittim.” (s. 205) cümleleriyle başlar öykü. Ve anlatıcı bu öyküyü Gülen’in evi terk ederek kendisine yardım eden bir adamla birlikte olması ve birliktelik sonrası evlenmek istememesi şeklinde kurgular. Anlatıcıhikayeyi arkadaşına ve arkadaşının karısına anlatır. Gülen’in adamın evlilik isteğine karşın “Ben hayatımı kurmalıyım, önce kendime güvenimi pekiştirmeliyim. Bir süre arkadaşlık ederiz. Birbirimize yeteceğimizi anlarsak evleniriz.” (s. 216)karşılığını vermesi ve hikayeyisonrasında arkadaşının karısının ısrarla evlenip evlenmediklerini merak etmesi, aradaki duygudan çok evliliğin sorgulanması da birlikteliklere toplumun bakışına göndermedir.

Menekşeli Bilinç’ te ise hikayedeki temel görüş iki kız kardeş arasında geçen diyaloglarla, daha çok küçük kızın iç sesi üzerinden verilir. İş bulan, evden ayrılmak isteyen ve bir odası olsun isteyen, kendisine özgürce davranabildiği yaşam alanı kurmak isteyen küçük kızın dilinin ucuna gelen ama cümleye dökemediği tedirginliği vardır: “Ölü kızlar kervanına girmek.” Bu, olmaktan korktuğu yerdir. Ablanın kardeşine Erol’u suçlayan konuşmaları ve aslında çocukluğunu bildiği Erol’u kendisinin de düşlüyor oluşu kız kardeşine olan öfkesini arttırır. Annesinin etkisi altında kalan ablanın gençliğini annesinin korkularıyla gölgelemesi kardeşi tarafından eleştirilir. “Sen menekşeleri sineklendirenlerin yönünde olamazsın.” (s221)bu cümleyle eleştirilenin ne olduğunu açıklamaya başlar iç ses. Bir kuşağın öncesindeki kuşağa eleştirisidir. Hayatı bütün güzellikleri, renkleriyle yaşamayı bilip hayaller peşinde koşan anne babalarının bütün bu hayalleri rafa kaldırışı, renklerini yitirip tek düze hayatlarda kayboluşuna eleştiridir. Erol’ la anne babalarından görüp öğrendiklerini yaşamak cesaretini göstermekten yana tavır alırlar. Ve devamında menekşenin sırrı çözülür. Komşu Naciye’ nin çocukluğunda kendisinde bıraktığı izi cümlelere döker. İtiraz ettiği yerde Naciye gibi olmaktan söz eder aslında. Hayat dolu, kendini önemseyen, renklerini yitirmemiş, kedisi ve çiçekleriyle, manava olan sevgisiyle kimseyi umursamadan, kötü düşünmeden yaşamayı başarabilen Naciye’ dir önündeki örnek. Naciye’ nin yetiştirdiği menekşeler ve o menekşelerin sineklenmesine neden olan annesinin bile isteye bıraktığı çöpte toplaşan sineklerdir. Ablasına “Hep sineklenmiş menekşelerle yaşamaya zorladın kendini.” der. Burada genç bir kadının bedenini, kadınlığını keşfedememiş olmasına, toplumsal normlarla cinsel isteklerine gem vurmasına eleştiri vardır. Sineklenmiş menekşeler, toplumsal normları temsil eden, dayatan kadınlardır. Ablasının da bu kadınlardan biri olmasını eleştirir.Menekşe hayatın temsili, sinekler ise Naciye’yi istemeyen, lafını eden, onun gibi olamadıkları için kötülüğüne uğraşanlardır. Naciye sevgisini hesapsız yaşamanın, toplum kurallarına takılıp kalmadan duygularında riyakarlığa düşmeden yaşayabilen kadının temsilidir. Ve bütün bunları Naciye ile kavrayan kız, ablasına içinden geçenleri söylemeyi başarır: “ Ben hayatı gereksiz törelerle yitiremem. Biz artık kendi törelerimizi ortaya koymalıyız. Çıkıp gidemedin şu evden. Kendine bir ev kuramadın. İki arkadaşına çağıramazsın. Kendini saklayamadığın bir dört duvarın bile olmadı. Çocukluğumdan beri üç kardeş aynı odada yattık. Hep sineklenmiş menekşelerle yaşamaya zorladın kendini.” (s 222)

Abla- kardeş arasındaki yaş farkı da ablanın kardeşine yönelttiği “Boş bir kuşaksınız siz. Çile çekmediniz. Hazıra kondunuz. Biz uğraştık. Uğraşırken de sağlamlaştık.” (s. 222) cümlelerle daha net ortaya çıkar. Zamanı elinden kaçırmış, kardeşinin söylediklerindeki doğruluğun farkında olan, pişmanlık içindeki ablanın iç sesi ise “Ben kara bahtlının biriyim Tanrım! Kadersizin, kısmetsizin biriyim ben…”şeklinde kendini ele verir.

Bu öyküde evlilik, aile, kadın temaları öncesindeki öykülere göre daha cesur bir dille işlenmiştir. Yazarın kahramanlarının hep içinden haykırdığı, ama dışarıya yansıtmadığı o ses Menekşeli Bilinç’te cesarete kavuşmuş beklenen karşı koyuşu gerçekleştirmiştir. Öyküdeki kendine ait oda, ev, düzen isteği yani hayatı hesapsızca bütün sorumluluğunu alarak yaşama isteği Virginia Woolf’un  “Kendine Ait Bir Oda” kitabını çağrıştırır. Nitekim Woolf’la benzer öğüdü veren ve bunu bilinç akışı tekniğine uygun yapan Nezihe Meriç de kadının kim ne derse desin aldırmaksızın aklına koyduğunu yapan bir kararlığa sahip olması gerektiğini vurgular. Kadının ayakları üstünde durması, para kazanması yani ekonomik özgürlüğünü elde etmesi ve kendisine yaşam alanı oluşturması var olabilmesinin, kabul görmesinin temel koşuludur. Öyküde kardeşin dil öğrenip iş bulması, ona evden ayrılma cesaretini veren temel sebeptir. Muhtaç olmayacağına olan inançla ablasına ve temsil ettiği törelere kafa tutar.

Nezihe Meriç öykülerinde kadına dair temel sıkıntı özgürlüğün kapsamıdır. Kadını cinsel özgürlüğü üzerinden ele alır, Toplu Öyküler- I’ de. Topal Koşma ve Menekşeli Bilinç’teki öykülerinde okumuş, aydın, meslek sahibi kadınlar vardır. Bu kadınlar, ilişkilerini özgürce, yargılanmadan yaşamak istemeleri, kadınlıklarını hissederek yaşamak istemeleri üzerinden kurgulanmıştır. Kadını ilişki çemberi içinde ele alır. Kadının erkeğe olan sevgisi, tutkusu, çıkarsız bağlılığı Nezihe Meriç için hayranlık uyandıran, etkileyici güzelliğe sahip bir durumdur. Bu güzelliği gururuna kapılıp yaşamaktan geri duranları da eleştirir. ( Susuz I) Bunun dışında kurguladığı umut veren, hayat dolu, renkli kişiliğiyle ön plana çıkan kadınlar evin içindeki özellikle mutfaktaki maharetleriyle ele alınmıştır. Ev işlerinden ve yemek yapmaktan anlarlar. Toplum tarafından lafları edilse de, yaşam biçimleri, ilişkilerini yaşama biçimleri onaylanmasa da üstünde durmaz, mutlu olmayı elden bırakmazlar. Mutlu kadın sevdiği adama sofralar kuran, geçmişe aldırmadan ânı yaşamaya çalışan kadındır. Toplumun kadın için uygun gördüğü iş bölümünde evin içi kadına düşmüş, Nezihe Meriç de mutlu kadınlarını bu iş bölümü çerçevesinde kurgulamıştır. Bozbulanık’ taki Özsu öyküsündeki  Hayriye, Alaturka Şarkılar’da Rana Teyze, Kurumak öyküsündeki Safinaz Teyzeeviyle meşgul ama mutlu, yaşam enerjisiyle dolular. İç dünyaları üzerine pek sorgulama yapmıyor yazar. Dışarıdan gördüğünü aktaran anlatıcılar seçiyor. Topal Koşma’ daki öykülerde durum biraz değişiyor. Susuz IV’ te çocuklarıyla her şeye rağmen mutlu kadın bütün dertleriyle ele veriyor kendini. Dışarıdan görünen mutluluğun içeriden bakıldığında farklı bir derinliği var. Hepsinin ötesinde öyküleri yazıldığı dönemin şartlarına göre ve baskıların kadının sosyalleşmesi üzerine olduğunu düşündüğümüzde yazarın öykülerini neden bu mesele üzerine odaklamış olduğu netlik kazanır.

Öyküde kadınları iç mekanla var etmesine, mekanın ev olmasına dair Nurdan Gürbilek, GastonBachelard’ ın Mekanın Poetikası’ nda evi mutluluk mekanı olarak tarif ettiğini söyler. Bachelard’ a göre sahip olduğumuz, rakip güçlere karşı savunduğumuz, bizi daima kendine çeken bu mekana ait imgeler –ışık gibi- farklı anlamlara karşılık gelir. Nezihe Meriç de çocukluğu boyunca farklı şehirlerde bulunmuş ve farklı insanlarla iç içe olmuş bir yazar olarak gözlemlediği kadınların evle, mutfakla aralarında güçlü bir bağ kurar. Bu bağı da “sahip oluşa” yorabiliriz. Ailelerinin yanında kendilerine ait odaları olmayan kadınların evlendikten sonra mutlu olmaları kendi evlerini- yaşam alanlarını- oluşturmaları, kendilerini ait hissettikleri, sahiplendikleri mekana kavuşmuş olmalarıyla açıklanabilir. Nurdan Gürbilek ev için şunları da söyler: “Her çocuk er geç aynı şeyi yaşar: Bir zaman gelir, onun için ev olmaktan çıkar ev.(…) Bu duygunun zamanı, yoğunluğu, katlanılabilirliği evden eve çocuktan çocuğa değişir kuşkusuz. Tek bir şey dışında: Ömür boyu bize eşlik eden mutluluk imgelerimizin olduğu kadar, kurtulmak için hep çaba harcayacağımız korkularımızın, dağıtmak için her yolu denediğimiz iç sıkıntımızın da kaynağı, kaynağı değilse bile ilk sahnesi burası. Evden söz edeceksek mutlaka buraya, bu mutluluk mekanının arka bahçesine, bir çok düşün olduğu gibi bir çok şiirin, öykünün, romanın da imgelerini topladığı bu arka bahçeye uğramamız şart.” (Gürbilek, s 63-64)bu açıdan düşündüğümüzde Nezihe Meriç’ in çocukluk gözlemleri doğrultusunda öyküler oluşturduğunu söylemek yanlış olmaz.

Nezihe Meriç, kadının eğitim durumu ne olursa olsun kimliğinin bilincinde ve hayatı ertelemeden yaşaması gerektiğini düşünen bir yazar olarak, edebiyatımızda öncü görevini üstlenmiştir. Çağdaş yazarların kadınlığın türlü hallerine ışık tuttuğu öykülerde Nezihe Meriç etkisi net şekilde görülmektedir. Kapıyı aralama cesareti göstermiş ve öyküde kadının soluğunu güçlü bir sese çeviren ilk adımı atmıştır.

Yararlandığım Kaynaklar

Jale Özata Dirlikyapan, Kabuğunu Kıran Hikaye, Metis Yayınları, 2019

Nurdan Gürbilek, Ev Ödevi, Metis Yayınları, 2019

Tomris Uyar, Kitapla Direniş, YKY, 2016

Alev Önder, Nezihe Meriç’in Öykücülüğü (Yüksek Lisans Tezi, Çukurova Üniversitesi, 2016)