https://www.yazi-yorum.net/wp-content/uploads/2020/06/hakkimizda.jpg

Sokrates ve Platon, siyaset felsefesinde, toplum içinde yönetilmeye gereksinim duyan kimselere rehberlik edecek bir erkin gerekliliğinden söz etmektedir. Bu durum, Paternalizm, babacılık ya da daha sevimli bir tanımlamayla babacanlık olarak da ifade edilmektedir. Sözü edilen ( kime ve neye göre olduğu belirsiz) bu acizlik, yönetilmeyi ve korunması gereken bir sosyal sınıfın var olmasının gerekliliğini vurgular. MargAugé, Yapı Kredi Yayınları tarafından dilimize çevrilen, ‘’Yaşsız Zaman’’ adlı metinde, yukarıda sözünü ettiğimiz ve yaşlılar olarak adlandırdığımız sosyal sınıfa yönelik kullanılan bu  –paternalist- dilin yanlışlığından söz ediyor.
Paternalist dil, bir taraftan şefkat ve nezaket kurallarına dayanırken bir taraftan da busözde babacan nezaket ile sosyolojik bir sınıflandırmayı ortaya çıkarıyor. Tanımadığımız yaşlılar için, senli-benliolarak dillendirdiğimiz, dedecim- ninecimşeklindekişefkat dili, onları dar ve dışlayıcı bir kategoriye sokarak edilgen bir kimliğe büründürüp yabancılaştırmamıza neden oluyor.‘’Yaşsız Zaman’’ adlı felsefi metinde değinilen konu bu ana temel üzerine kurgulanmış. Bazı yaklaşımlarla onların bağımsızlık heveslerini ellerinden alıyor ve başkalarına bağımlı bir hayatın içine sokuyoruz diyor antropolog MarcAugé.
Yaş ve zaman kavramlarına farklı bakış açıları sunan bir anlatı ‘’Yaşsız Zaman’’. Yaşın kendi başına bir saygınlık gerektirmesini beklemek, zaman kavramını dışsallaştırmamıza neden olmaktadır. ‘’Zaman bir özgürlük, yaş ise bir sıkıntı, bir zorlamadır.” Sayıya döktüğümüz yaş, herkesin farklı ama bilinçli bir şekilde katıldığı toplumsal hayattan dışlanmasına neden olabilmektedir. Bu durum yaşlıları sadece zihin açıklıklarına ve zekâsına göre değerlendirmemize neden olacaktır. Oysa: Hayal gücümüzün ham maddesi zamandır. Bu zaman dilimi içinde yaş, sadece geçen günlerin titizce hesaplanması, yılların birbirine eklenmesidir.
Yazar MarcAugé, anlatısında, Rousseau’ nun, ‘’Yalnız Gezerin Düşleri’’ adlı kitabından örnekler veriyor ve geçen zamanın karşısında bizimle ‘’kalan’’ ın, yaş değil, zevk ve mutluluk kaynağı bir zaman olduğundan söz ediyor. Çizgisel olmayan bir zamandır bu. Ölüm, Rousseau’ nun kitabını bitirmesine mani olmuştur ama hiçbir zaman bitmeyecek olmak her büyük eserin kaderidir diyor MarcAugé. Aynen, Baudelaire’ in, Kötülük Çiçekleri’ nde, ‘’Sanki binyıl yaşadım, o kadar çok anım var,’’ dediği gibi. Tam da bu yüzden, yaşı yok sayıp, zamanı serbest bırakmamız gerekmektedir. Yetmiş iki sayfalık bu kısacık metinde sözü edilen birçok yazar ve kitap isminin de okuma listelerimize girmeyi hak ettiğini söylememek metne karşı haksızlık olacaktır.
Kafamızda dönüp duran, nereden geldiğini bilemediğimiz imgeler hafızamızdan çıkar, üzerinde durmazsak geldikleri gibi gidiverirler. Ama üzerinde düşünürsek onların zamanın ve kaybolmaya yüz tutan geçmişin izleri olduğunu, bizleri ölüp gitmek istemeyen anılarımıza götürdüğünü görürüz.O nedenle önemlidir zaman. Oysa bizlere, zamanı dikkate almadığımız, yaşantımızı yaşa göre düzenlememizin dikte edildiği tek seçenekli bir hayat önerilmiştir. Bu nedenle yaşı,bir sayıyla ölçüp değerlendirilebilir bir varlık hâline getirmişizdir.Doğum ve ölüm günleri arasına sıkıştırdığımız hayatımızda, yaş almanın zorlamadan öte bir fonksiyonu olmadığını görmememiz mümkün değildir. Bilinci yerinde olan bir kimse sadece yaşının gösterdiğine indirgenemez. Hafızanın bir çeşit deneyimle, yaşlıların yaşları itibariyle o zamana kadar çıkardığı ve kaydettiği derslerin bütünüyle eş tutulması büyük bir yanılgıdır. Çünkü hafıza kurmacadır ve hepimiz bir gün kendimizi yeniden icat etmeye mecburuzdur. Bu yeniden icadın kimin için hangi yaşta olacağını bilemeyiz.
MarcAugé’ ye göre zaman, geçmiş olayların düzenli bir şekilde birikmesinin toplamı değil, tam tersine aynen Baudler’ in hafıza tanımı gibidir. Palimpsest bir zamandır. İster bilgi kaynağı, ister tecrübe birikimi olsun, yaşlılık diye bir şey yoktur diyor yazar. Yaşlılık diye bir şeyin olmadığını anlamak için yaşlanmak yeter.  Elbette yaşlanma ile ilişkilendirilen hastalıklar vardır ama bu hastalıklar kendilerini göstermek için yaşlanmayı beklemezler. Genç, yaşlı ayrımı yapmadan vururlar insanları. Algılanması gereken yaş değil, var olduğumuz zaman dilimi içinde ulaşılan doygunluk düzeyidir.
Farklı deneyimleri tecrübe edip bir virüsle topyekûn mücadele ettiğimizbir zaman diliminden geçiyoruz. Gözle göremediğimiz, iliklerimize kadar işleyen bir düşman –öyle olduğu söyleniyor-, ölümün ikametgâhının ense kökümüzde olduğu gerçeğiyle yüzleşmemize neden oldu. Eminim ki bu dönem hakkında felsefi, sosyolojik, psikolojik tahliller yapılacak ve gerek edebiyatta gerekse sanatın diğer dallarında yaşanılan bu dönem, tarihe not olarak düşülecektir. Fakat tamda bu noktada etik bir sorunla karşılaşıyoruz. Eğer yaşam hakkı konusunda bir tercih söz konusu olacaksa, bu kararı verme hakkının, kimin elinde olduğu sorunudur bu. Bir sosyal sınıfın hayatını kurtarabilmek için bir başka sosyal sınıfın yaşam hakkını ellerinden alma tercihini yaparken, gözden kaçırmamamız gereken gerçeklerden biride, MarcAuge’ nin dediği gibi, zaman ve yaş kavramlarıdır. Bu kavramların tekrar sorgulanması gerektiği aşikârdır. Herkes aynı yaşta yaşlanmıyorsa yaş ile sınırlandırdığımız insan yaşamında kiminhayatta kalıp, kimin yaşam hakkının elinden alınacağını neye göre belirlememiz gerekmektedir. Burada sistemin verdiği karar iki seçeneklidir. Yaşam mı, üretim mi? Üretime katılamayan kişiler sistem içinde değersizleştiriliyor olabilir mi? Elbet, her insan değerlidir. Ama bu tanımlama eksik bir tanımlamadır. Doğrusu her insan eşit değerlidir.
Paternalist bir dil kullanarak saygıda kusur etmediğimizi düşündüğümüz yaş sayısı görece fazla olan kişilerin, yaşam hakkını ellerinden alarak geride kalanlarla yola devam etmeyi düşünmek arasındaki çelişkinin açıklanması oldukça zordur.Bedeni dinç, zihni yaşlı bir gençle zihni dinç bedeni yaşlı biri arasında, yaşama hakkının tercihini neye göre vereceğimizin sorgulanması gerekmiyor mu? Yaş sınırlamasını ortadan kaldıran, yaşanılan zamanın yoğunluğudur. Bu doygunluk düzeyi, zamanı yaşsız kılar ve herkes genç ölür.
‘’Yaşsız Zaman’’ adlı metne geri dönersek, antropolog MarcAugé’nin cümlelerinin içinde bulunduğumuz durumaışık tuttuğunu görmekteyiz. ‘’Bana nasıl yaşlandığını söyle, sana eskiden kim olduğunu söyleyeyim.’’