https://www.yazi-yorum.net/wp-content/uploads/2020/06/hakkimizda.jpg

“Yüreğini yitirmiş insanlar hareket eden hayallerden farksızdır.” İçinde yaşadığımız dünya ile içimizde yaşattığımız iç dünyamız birbirinden o kadar farklı ki. Bilinçaltında adeta rüya gibi bir kusursuz bir hayat kuran insan dış dünyada bir yabancı gibi kalabiliyor. “Dünyanın sonu insanın yüreğinin içinde gelir.”  mantığından hareketle sonunda birleşen, aslında tercih edilen demek daha doğru olur, iki ayrı dünyayı gözler önüne seriyor kendine has üslubuyla bu romanında Murakami.
Tekboynuzlular, gölgelerinden koparılan insanlar, her şeyin yolunda gittiği kusursuz bir hayat, surlar, korkuyla kaplanmış bir ırmak… Okuyan herkesin kendine göre farklı anlamlar çıkarabileceği gerçeklikten kopuk gibi gözüken ancak imgeler yoluyla gerçeği gözümüzün içine sokan bir eser.
Kitapta belli bir olay örgüsü olsa da yazarın odaklandığı asıl nokta: “YÜREK”.  Zaten kitaba adını bilmediğimiz kahramanın yüreği son noktayı koyuyor. İlk başlarda anlaşılması zor gelen bir kitap gibi görünse de okudukça olayların ayırdımına varılabiliyor.
Kahramanımız kendisini bilinçaltında kurduğu mükemmel dünyaya hapsetmiş. Orada her şey yerli yerinde ve kusursuz işliyor. Ancak gerek o dünyaya girmek için ayrılması gereken gölgesi, gerekse bizzat kendisi bilinçaltında kurduğu dünyanın doğal olmadığının, bir şeylerin mantığa ters olduğunun, bu denli kusursuzluğun mümkün olmadığının gayet bilincindeler.
Bilinçaltında kurulan dünya gerçek olmadığından bu dünyaya girmek için insanın önce gerçek dünyaya ait olan gölgesinden kopması gerekiyor. Bu dünyada kalmak için bir diğer şart yüreğin yitirilmesi. İnsan bu kusursuz dünyaya girince ilk başta gerçek dünyadan kopamayarak bocalıyor, gölgesinden ayrılsa da hala kendinde bir yürek olduğunu hissedebiliyor. Adeta bir kusur gibi görülen gölgenin ait olmadığı dünyadaki kısa ömrü ne zaman sona ererse yürek de o zaman yitiriliyor ve kusursuz dünyanın anahtarları sonsuza kadar sizin elinize geçiyor. Ancak insan bu kusursuz dünyada yüreksiz yaşamak zorunda olduğundan, ki işin esprisi de burada, yalnızca yaşıyor. Hiçbir şeyin ayrımına varmadan yaşamış olmak için yaşıyor. Yüreğin olmadığı bir dünyada ne iyiye ne kötüye ne sevgiye ne nefrete hiçbir şeye yer yok çünkü. Bunlar olmayınca da haliyle yaşam salt yaşamaktan ibaret kalıyor ve her şey kusursuz bir şekilde işliyor.
Murakami sanki okuyucuya kusursuz bir hayat istiyorsan yüreğinin olmaması gerekir, çünkü yaşamın asıl kaynağı iyi de kötü de yürektedir, demek istemiş.
Gerçek dünyaya ait olan gölgemiz gayet rasyonel düşünüyor ve bize vazifesi gereği gerçekleri söylüyor. Diyor ki: Kusursuz bir dünya mümkün değil, bunu sen de gayet iyi biliyorsun. Uyan ve kendine gel. Etrafına bir bak, bu kadar mükemmel bir düzenin olması sana mantıklı geliyor mu? Gün geçtikçe doğal yapay ayrımını ayırt edemez hale geliyorsun. Yanlışların arasında bir doğru olarak kaldıkça kendinin yanlış olabileceği fikrine kapılıyorsun. Gerçek dünyada iyi de vardır kötü de. Her şeyin mükemmel olduğu bir dünyanın hiç bir esprisi ve mantığı yoktur. Yaşam yüreğinle vardır ve gerçek dünyadır. Bilinçaltına hapsolduğun ve beni de hapsettiğin şu kusursuz dünyadan gel beraber çıkalım diyor adeta.
Hiçbirimiz bilinçaltımızda yaşattığımız yahut hayalini kurduğumuz o muhteşem dünyaya ait değiliz. Gerçek dünya sevsek de sevmesek de tüm çıplaklığıyla dışarıda. Sonsuza kadar bilinçaltı dünyamızda kalmak istiyorsak gerçeklik duygumuzu, (gölge) doğru ile yanlışı ayırıp her şeyi içinde barındıran yüreğimizi bırakmamız gerekiyor. Kafası karışık kahramanımız dış dünyaya o kadar yabancı ki yüreğini bırakmayı göze alabiliyor.
Romanda dikkat çeken bir diğer husus yüreklerinden tamamen kopamayan insanların ormana hapsolup şehre gelememesi. Yüreğinden kopamayan insanın sonsuza kadar yüreğindeki duygulara esir olarak yaşadığını ifade etmek isteyen yazar yüreğinden kopamayan insanları da ormana hapsetmiş.
Romanda Murakami insanın asla kendine ait bir dünyasının olmayacağını söylüyor. “İnsan ister dahi, ister aptal olsun, yalnızca kendine ait saf bir dünya asla mümkün olmaz. Yerin ne kadar derinine inerse insin, çevresine ne kadar yüksek duvarla örerse örsün fark etmez. Bir an gelir, birileri o dünyayı yıkıverir.” diyen yazar insanın adeta çepeçevre kuşatıldığını da söylemek istiyor.
Romanda geçen şu söz kahramanın en sonunda neye karar vereceği ipucunu içeriyor: “Belleğini yitirmiş bile olsan yürek gitmesi gereken yöne doğru ilerler. Yüreğin kendisinin de hareket prensipleri vardır. İşte bu insanın kendiliğidir.” Kendiliğinin gereğini yerine getiren kahramanımız gerçek dünyaya ait gölgesinden ayrılırken son kez yüreğini kullanıyor ve yabancı olduğu, uyum sağlayamadığı gerçek dünyayı bir kenara bırakarak yüreğinden ayrılma pahasına da olsa bilinçaltında yarattığı o kusursuz dünyaya dönüyor.