https://www.yazi-yorum.net/wp-content/uploads/2020/06/hakkimizda.jpg
  •  Edebiyat dünyasına ilk adımınız şiirleriniz ile oldu. Fırtına Günlüğü’nden bu yana neler değişti?
  •  
  • Şiir tutkum değişmedi; şiir yazmaya ve dergilerde yayınlatmaya, kitaplarda toplamaya devam ettim. En büyük hayallerimden biri olan “gizemli romanlar yazma” arzum gerçekleşti. Daha fazla sayıda okurum oldu. Berlinli Apartmanı’ndan önce roman alanında yeteri kadar iyi olup olmadığımdan emin değildim. Kendime güvenimi kazandım. Kendimi geliştirdiğimi de anlıyorum okurlardan gelen olumlu tepkileri gördükçe. Fırtına Günlüğü’nden bu yana hayatımda çok güzel şeyler oldu.
  •  
  • Şiirlerinizdeki naif duygular polisiye yazmaya başlamanızla hız kesmeden soluk soluğa bir heyecana dönüştü. Şiirde ısrarcı olmamanızın sebebi var mıydı?
  •  
  • Hem şiirde hem romanda ısrarcıyım, ikisi de benim gözümde eşit aslında. Fakat ne biri ne diğeri olmadan yapamıyorum; bu ikisi hayat tarzına dönüştü. Ruh durumuma göre şiirdeki naifliğe veya sanıyorum ki adrenalin duygumun da çok yüksek olması sebebiyle, o soluk soluğa heyecana sığınıyorum.
  •  
  • Berlinli Apartmanı’nın çok kısa bir sürede ortaya çıktığını daha önceki röportajlarınızda okumuştum. Sizin için romanın oluşma süreci nasıl işliyor?
  •  
  • Berlinli Apartmanı dışında tüm romanlarımı birkaç ay süren bir taslak üzerinde çalıştıktan sonra yazmaya başlıyorum. Yazmaya oturmadan önce bir deftere genel olarak kurguyu, karakterleri, tüm ayrıntıları not alıyorum, ilgimi çeken resimler topluyorum, karakterlerin kıyafetlerini yahut yaşadıkları evlerin çizimlerini yapıyorum, romanı yazarken dinleyeceğim şarkıları seçiyorum… Bu gibi çalışmalardan sonra ne zaman kendimi hazır hissedersem romanı yazmaya başlıyorum. Berlinli Apartmanı tek istisna çünkü onu yayınlatmak amacıyla değil, çok sıkıldığım bir kış tatilinde oyalanmak, eğlenmek için, oyun oynar gibi, dizi izler gibi yazmıştım. Bir tür denemeydi yani ama sonra bir roman olduğunu fark ettim ve kardeşim Gürgen Öz’ün ısrarıyla yayınlatma kararı aldım.
  •  
  • Romanlarınızda yerel karakterler, ülkenin folklorik ve mistik tınıları korku ve gerilim öğeleri ile harmanlanarak sunulmuş okuyucuya bu sebeple Avrupai yazma kaygısını sizin romanlarınızda görmek çok zor. Bu açıkçası okuyucuda samimi hisler uyandırıyor. Yine de yurt dışına yönelik yazma gibi düşünceleriniz var mı?
  •  
  • Öyle bir düşünce aklımdan hiç geçmedi. Yurt dışına yahut herhangi başka bir kitleye yönelik yazmam samimi olmaz çünkü ben böyle hissediyorum, içimden geldiği gibi de yazıyorum. Başka türlüsü sahte olur ve hem ben rahatsız olurum hem de nitelikli okur bu sahteliği hisseder. Ben Türkiye’de yaşıyorum ve kültürümü seviyorum. Beni besleyen şeyler de kendiliğinden ortaya çıkıyor romanlarımda.
  •  
  • Beğendiğiniz ve takip ettiğiniz yerli ve yabancı yazarlar kimlerdir?
  •  
  • Emily Dickinson, Sylvia Plath, Onat Kutlar, Müesser Yeniay, E. E. Cummings, Behçet Necatigil, Edip Cansever, Jack Kerouac, Basho, Paul Auster, Füruzan, Jose Saramago, Enid Blyton, Gülten Dayıoğlu, Bronte kardeşler, Pearl S. Buck, Yusuf Atılgan, Sait Faik, George Orwell, Georges Simenon, Peyami Safa, Jose Mauro Vasconcelos, Arkadaş Z. Özger, Louisa May Alcott, Jules Verne, Sabahattin Kudret Aksal, John Steinbeck, Ergin Günçe, Katherine Mansfield ve Türkiye Polisiye Yazarlar Birliği’nden buraya sığdıramayacağım kadar çok değerli isim.
  •  
  • Adrenalin polisiye yazarlarının asıl kahramanı desek sanırım yanlış olmaz. Bu heyecanı okuyucuya geçirmek için özel teknikler kullanıyor musunuz?
  •  
  • Özel olarak hiçbir şey yapmıyorum ama yazarken romanın çok içinde yaşadığım için o his satırlara sızıyor olabilir. Yani bendeki adrenalin artışını okur hissediyordur diye düşünüyorum kimi zaman. Yazarken mutlaka müzik eşliğinde yazıyorum ve seçtiğim şarkılar, müzik parçaları heyecanımı besleyip çoğaltıyor; belki bu bir teknik sayılabilir.
  •  
  • Yazar olarak değil de okuyucu olarak baktığınızda sizce polisiye romanlarının ana çatısı nedir? Sizin bir polisiye romanda olmazsa olmazlarınızı öğrenebilir miyiz?
  •  
  • Ben mutlaka sürüklenmeliyim. Yalnızca polisiye romanlarda değil her türden kitapta ilgimi çekip beni sürükleyen bir şeyler olmalı. Tabii ki, merak duygusu ve bir gizemin mümkün olduğunca canlı kalması polisiye okurken olmazsa olmazlarım. Bence iyi bir polisiye romanda akıl almaz şeyler bile olsa yazar okuru buna inandırmalı. Akıcı bir dil, sürükleyici bir kurgu ve mümkünse sürprizler ile özgün bir şeyler olmalı. Çok fazla karakter olmamalı yahut varsa bile yazar iyi tasvirlerle kafa karışıklığını önlemeli. Elbette mantık hatası da olmamalı. Bir de polisiye romanlarda gizli veya açık bir  mizah duygusu, gülümseten cümleler varsa, ben zevkten dört köşe oluyorum.
  •  
  • Romanda ana karakterlerden çok yan karakterlerin cesurca romanı ele geçirmesini okuyucu oldukça sever. Bunu sizin romanlarınızda da görebiliyoruz. Karakterlerin bu gücü kazanması sizin yazma sürecinizi nasıl etkiliyor, sizde nasıl bir etki uyandırıyor?
  •  
  • Roman yazmanın en sevdiğim kısmı bu. Yan karakterlerim beni hep böyle ele geçiriyor ve yazma sürecindeki bu sürprizlerden çok keyif alıyorum. O vakit bırakıyorum yan karaktere işi, alsın götürsün diyerek zevkle sürükleniyorum.
  •  
  • Kurmaca dünyasının en sevdiğiniz karakteri kim ve tabi ki kendi karakterleriniz arasından en çok özümsediğiniz karakteriniz hangisi?
  •  
  • O kadar çok sevdiğim karakter var ki… İlk aklıma geleni yazayım hepsini yazamayacağıma göre: Sylvia Plath’in çok sevdiğim romanı Sırça Fanus’taki Esther. Kendiminkilerde ise Farahnaz’ın Çiçeği baş karakteri Yıldız Alatan.
  •  
  •  Okuyucularınızın eleştiri ve övgüleri sizde nasıl etkiler yaratıyor?
  •  
  • Mutluluk hissediyorum. Çok tatlı, çok başka bir mutluluk bu. Tabii eleştiriler dozunda yapılmışsa. Bazı okurlar dozu ayarlayamayabiliyor, o zaman emeğe saygısızlık oluyor eleştiriden ziyade. Dozunda eleştirileri kulağıma küpe yapıyorum, övgüleri de gülücüklerle karşılıyorum.
  •  
  • Son romanınız Farahnaz’ın Çiçeği yakın zamanda raflardaki yerini aldı. Nasıl tepkiler alıyorsunuz?
  •  
  • Şu ana dek çok güzel tepkiler aldım. Olumsuz herhangi bir tepkisi olan okur olmadı henüz, en azından bana ulaşan yorumlarda böyle. Olumsuz eleştiriler genelde değil özelde, kişiden kişiye değişen ayrıntılarla ilgili ve elbette bir şeyleri beğenmeyen insanlar çıkacaktır. Ancak genel olarak okurlarımın güzel vakit geçirdiğini ve romanı sevdiğini algılıyorum, bu da beni çok mutlu ediyor. Amacım zaten insanları hayatın sıkıcılığından bir süreliğine uzaklaştırıp heyecanlı, keyifli vakit geçirtmek. Bunu da son romanımda başarabildiğimi görüyorum.
  •  
  • Yazar adaylarına önerileriniz nelerdir?

Çok okumak, tek bir türde okumamak, çok zaman, çok sabır. Hemencecik “yazar” olma hayallerine yahut “yazar oldum” illüzyonuna kapılmamak, çok çalışmak. Çalışmaktan kastım, insan kendisine yazma konusunda nasıl bir yol belirlediyse o yola sürekli bir disiplinle devam etmek. Kendine ne çok güvenmek ne de hiç güvenmemek. Yapıcı eleştirileri dinleyip önemsemek, sürekli olumsuzlukla yahut kıskançlıkla yaklaşan insanların varlığını hissettiğinizde onların eleştirilerini önemsememek. Kadınsanız, yolunuzu kesmeye, sizi klasik kadın profiline uydurmaya, sizden fiziksel veya ruhsal olarak yararlanmaya çalışan erkeklerle baş etmeye, moralinizi bozmamaya, çok güçlü olmaya kesinlikle kararlı olmak. Ve bir yazarı geliştiren en önemli şeylerden biri de bence, diğer sanat dallarıyla beslenmek ve insanları gözlemlemek.