https://www.yazi-yorum.net/wp-content/uploads/2020/06/hakkimizda.jpg

Vedat içeri girip kapıyı ardından çarpınca bu penceresiz, basık salonda zaman durdu. Kadehlere içki dağıtan adam testiyi indirdi, karılan kartlar havada donup kaldı. Cüzdanı, hoş kadınlara para yedirebilecek kadar dolgun olmayanların yegâne eğlencesi müzik de azalarak kesilip gitti. Bütün gözler Vedat’ın üzerinde.

Elinde bir file ile salonu adımladı Vedat. Olacakları hesapladı. Tahminine göre ilkin Zeki’nin yumruğunu çenesine yiyecekti. Gerisini bilmez. Zeki bu salonun daimî işletmecisi, mevsimlerden yaz olunca da kasabanın gedikli elcisi. Gömleğinin göğüs cebinde ırgat yevmiyelerini not düştüğü ufak bir defter taşır. Zeki, yazın civar vilayetlerin tarlalarına koştuğu ırgatı yaz sonu kafalar, üç kuruşlarını bu ahırdan bozma salonda kumara harcatır. Vedat’a göre bir adam hakikaten avelin tekiyse yevmiyesiyle kalmaz, baharlık tohum parasını, bebesinin rızkını dahi kaptırır Zeki’ye.

Köşede bir ihtiyar tuttuğu nefesiniverdi: “Vay avel!” Salonda zaman yeniden akmaya başladı: “Ne demeye geri dönüyor bu?” “Ulan, donunu mu bırakacaksın?” “Donuyla kalsa gene iyi ağalar.” “He ya, borcunu şöyle böyle ödeyecek herhal.” Sonrası kahkaha. Vedat la havle çekti. Bu, Zeki’nin kurallarına aykırı, onun salonuna girmeden evvel Allahını kapı önünde bırakması gerekirdi.

“Kesin lan! Sen de gel, otur.” Ağaoğlu Halit, Vedat’tan yana bir iskemle attı. Kemancı nota verdi, saçlarından iç gıdıklayan rayihalar yayılan bir kadın ağır ağır masaları gezmeye başladı. “Aldırma bu köpoğullarına Vedatım.” Vedat, fileyi ceketinin altına saklamış, iskemleye çökerken gözleriyle Zeki’yiaradı. Ağaoğlu Halit, kollarını Vedat’ın omuzlarına, boynuna doladı, anason kokulu nefesiyle tekrar etti: “Güzel Vedatım. Kibar Vedatım.” Kalabalıktan yuhalar yükseldi. Ağaoğlu Halit’in kollarından kurtulup helaya vardı o zaman Vedat. Budeyyuslarınhiçbirine güven olmazdı. Hepsi aydınlık yerde Müslüman, karanlıkta tövbeler tövbesi.

Az sonra dumanlı kafalar kendi dalgalarına döndü, varlığını unuttular. Bir zaman helanın önünde dikildi Vedat. Geçen ay varını yoğunu ütüldüydü de sarhoşlar onu bu helaya kapatmaya çalıştılardı. Vedat, kendini tozlu sokağa zor attıydı. Evde küçüğü Nazlı ağlamaklı: “Baba, baba. Nenemin verdiği tokayı bulamıyom. Hani ortasında…” Ortasında yirmi iki ayar altın bir N harfi vardı, Vedat’ın gözlerinin önünden gitmeyen. Toka, Zeki’nin boklu tahta kasalarının birinin içinde, birkaç altın diş, bakır mangır ve çek senet arasında yatıyor olmalıydı şimdi. Vedat’ın midesi ekşiyordu, duvara yaslandı. Gözlerini yumdu. Ceketine alçı tozu bulaştı. Avradım Ayşe kolunu dürttü sonra: “Zeki döndü. Allahın varsa basar gidersin Vedat!” “Yok, gitmem.”

Oğlanlar, ayakta duramayacak kadar içenleri sırtlarına alıp evlerine götürüyorlardı. Bedeli üç yüz kuruş. Babalarını aramaya gelmiş veletlerin gözleri tütün dumanından yanıyordu. Zeki, Vedat’ın selamını havada bırakarak odasına geçti. Vedat, filenin bağını çözerek arkasından girdi: “Üttüğün para ve ziynet karşılığında,” Yalnız kızının tokası için döndüğünü Zeki iyi biliyordu, “Bunları getirdim.” Mum ışığı gümüş çatal kaşığı yaladı. “Bir el çevirek. Yine ütülürsem aha filedekilerin hepsi senin. Yok seni üttüm, o zaman borcumu siler, ziynetimi geri verirsin.”

Zeki filenin içine bir göz attı. Kasketini çıkarıp bir düzledi, duvardaki çiviye astı. Kemerini düzeltti. Sonra Vedat’ın tahminini halkı çıkardı. Vedat’ın bir dişi buğday çuvallarının arasına uçtu, diğeri tahta kutulara çarpıp tık etti. Olacakların gerisini bilemedi Vedat. “Seni it. Seni eceline susamış koca it. Bendeniz nereden gelirim, bilirsin?” “Düş yakamdan gavur!” “Söyleyesin, nereden gelirim?” “Evinden zahir…”

Vedat’ı kaldırıp duvara vurdu Zeki. “Evden ya kimin evinden? Anacağzımın evinden. Kadınceyiz hayla tek kalmaktan korkar. İki hafta evvel kızanlarla haber yolladıydı. Bir kendini bilmez, bir aklını peynir ekmekle yemiş dürzü anacağzımın evini soyduydu ya.” Meşe sopasını Vedat’ın bacaklarına indirdi. “Candarmalar gitmeden yetiştiydim. Evin altını üstüne getirmiş idihırsız.” Doğrulmaya çalışan Vedat’ı bir yumrukla yere serdi. “Anacağzım bunaktır bunak olmasına ama kat’a unutmaz değerli malını. Candarmaya rapor verdiydi; Alaman markı, dedemin köstekli saati, kendinin gümüş çatal kaşığı, hemi de bıçağı.”

“Haşa Zeki! Bunlar hanımın çeyizliği, şehirden aldıydık seneler evvel.”

“Bana hırsın şu gözlerini mi kararttı bre? Yalan söylemeyesin. Çığnayacağım seni!”

Kasabanın yanık sesli türkücüsü Ferhat’ın nağmeleri keman sesine karışıyor, Vedat’ın çığlıklarını bastırıyordu. Birkaç kilometre ötede Emanetçi Vehbi, avcundaki paslı cep saatinden kurtulmanın yollarını düşünüyor, Vedat’a başına açtığı dert için lanetler okuyordu. Meydan çeşmesine yakın saman çatılı evlerden birinde Fatma çocukları uyutmuş, camın önünde oturup duruyordu. Hurcun arasına sakladığı ecnebi paraları yüreğine kaya gibi oturmuştu.Çocuklar uykularında huzursuzlandılar. Nazlı sayıklıyordu. İç çekti Fatma. Vedateve döneydi artık.