https://www.yazi-yorum.net/wp-content/uploads/2020/06/hakkimizda.jpg

Kara kara bulutların gökyüzünü sarmasıyla birlikte durgun bir denizin ortasında aniden meydana gelen coşkun dalgalar gibi eskicilerin, sütçülerin, domatçıların caddeden yükselen sesleri titretiyordu odasının camını. Bu titremeyle uyanmasını umardı herkes fakat o, gözlerini açmıştı yarım saat kadar önce. Birtakım düşünceler içinde kapattı gözlerini fakat bilincini kaybetmeden. Titreyen camların yarattığı tıkırtıların arasında doğruldu yatağından bir süre düşünmeye ara verip. Camı açmasıyla kesif bir egzoz kokusu doldu içeri, karanlık sokağın pislikleri, insanların hayata dair umutları ve kaygılarıyla birlikte. “Her şey çekilir ama ah şu egzoz kokuları.” dedi. “Kanser eder adamı.”

Ardından her günkü sabah rutini… Elini yüzünü yıkama, dişini fırçalama ve sonraki öğüne kadar kendisini tok tutacak bir kahvaltı… Yudumlarken bardakta kalan son çayı, anımsadı vaktin dolu dizgin geçişini. Kalktı masadan, kirli tabakları koyarken lavaboya, musluktan akan suyun hırıltısıyla irkilerek, gözleri camdan sokağa ilişti. Artan egzoz kokusuna ilaveten oradan oraya koşturanlar, kornaya basanlar, ekmek kaygısında olanlar, olmayanlar, hovardalar…

“Herkes kendisinde olmayanın peşinde.” diye düşündü. Bu nedenle bir kaygıdır gidiyor insanoğlunda. Olan olmayana, olmayan olana hevesli bu dünyada. Kendisinin de bazı talepleri vardı bu dünyadan ama bilmiyordu dert olacak mıydı bu talepler kendi başına. Düşünürken bunları temizlenmişti tabaklarındaki kirler. Temizlenirken kendi tabağındaki kirler, dünya daha çok kirleniyordu geçen her dakikada hem madden hem vicdanen. Kim muktedirdi bu kiri temizlemeye? “Güzel bir soru.” dedi kendi kendine. Yazılırdı bunun üzerine üç beş satır ama başka zamana bıraktı, sırası vardı her şeyin.

Daha zaman vardı Fikret’le buluşmasına. Çay içip üç beş kelam edeceklerdi akıllarının erdiğince. İyi bir arkadaştı Fikret. Düşleseler de farklı bir gelecek yine de konuşup anlaşabiliyorlardı sorunsuzca. “İnsan daha ne ister.” dedi kendi kendine. “Herkese yeterli değil miydi doğru dürüst konuşabileceği biri?” derken çok satan bir kişisel gelişim kitabına uygun bir cümle olacak bir söz düşündüğü aklına geldi, kendisi meteliksizken. “İnsan ister.” dedi: Çokça para, güzel bir araba, afeti devran bir eş ve daha nicesi.

Uzun zamandır pikabını çalıştırmamıştı. Alırken dolaptan karışık bir 45’lik, pikabın kapağının açılmasıyla özgürlük yanılsaması içinde etrafa uçuşan tozları eliyle sildi. Plağın takılmasıyla çalmaya başladı Göksel Baktagir’den Aşk Masalı. Sırada bekliyordu Doğar Yaz Ayları, Çekiç Ali’nin bağlamasının hoş sedasıylan.

Geçen okuduğu bir yazı aklına geldi. Kalemi şakıyordu gencin bülbül misali yirmi beşinci yılının başlarında. “Güzel bir benzetme, benim de şakımalı kalemim.” diye geçirdi içinden. Daha çıkmasına zaman vardı. Oturdu masanın başına. Dünden kalan kağıtları çekerken kenara, arkası dolu bir müsvedde çıkardı dolaptan. Odasının tabanının düz olmaması nedeniyle sandalyenin bir metronom misali çıkardığı tık tık seslerine alışmıştı süreç içinde. Çıkardı tükenen kaleminin kapağını:

“İyi bir yaşam için sokaklar, caddeler dolup taşıyor günün her saati. İnsan elinde olmayanı edinme kaygısıyla yaşıyor hayatı. Kimisi için bir adet ekmekse elinde olmayan kimisi için de daha büyük bir ev. Bir hayat bunun uğrunda geçiyor. Daha fazla tüketim de pohpohlandıkça vizontelelerden insanoğlu daha fazla kaygılanmaya başladı ya tüketemeden ölürsem diye. Bunun yanında iş ve finans dünyasının amigolarının kurguladığı ekonomi politikalarının neden olduğu geçim sorunları da önemli bir kaygı kaynağı hâline geldi. İnsanoğlunda var olmalı uçmayı yeni öğrenen serçenin bulutlara çarpma kaygısı. Bunu mümkün kılmak için bir hayalet dolaşmalı 1848 Avrupa’sındaki gibi.”

“Bir hayalet.” dedi içinden gülerek, gözleri kayarken açık camdan karşı duvara. Hayaletimsi bir yazı vardı baktıkça daha da görünür olan: Sınırsız ve sınıfsız bir toplum için …

Fikret’in sloganik sözlerden hoşlanmadığı gelirken aklına gözleri saate ilişti. Biraz daha otursa muhtemelen geç kalacaktı. Tükenen kaleminin kapağını ve pikabı kapatarak koridora geçip, montunu giyerek kapıdan çıktı. Bina kapısından atınca adımını kaldırıma, sonbahardan kışa geçişi hatırlatan hafif bir ayaz tüylerini ürpertti. Montun fermuarını yukarıya çekip, yakasını kaldırdı. Kurumuş yaprakların hafif esintiyle gerçekleştirdikleri kareografik dansla birlikte adımlarını sıklaştırdı. Fikret’i bekletmeye hiç niyeti yoktu.

– “Ah, bu niyetsiz bekletişler.” dedi Fikret, gülerek. Bir dal sigaranın tükeniş süresi kadar bekletmişti Fikret’i. “Kusura bakma, çaylar benden.” dedi. Siparişlerle ilgilenen oğlana el işaretiyle çayları haber ederken, montunu çıkarıp sandalyeye oturdu. İlikleri ısınmıştı. “Ne haber, nasıl gidiyor? Özleştik.” derken, Fikret ikinci dalı yakmaya çalışıyordu. Kısa bir uğraştan sonra sigarasından ilk dumanı içine çeken Fikret rahatlamanın verdiği hoşlukla cevap verdi:

– “İyi gidiyor. Kötü bir şey yok çok şükür. Yaşıyoruz hâlâ eskisi gibi. Seni de iyi gördüm.”

– “Eyvallah, bende de aynı. Uğraşıyorum bir şeylerle hayırlı mı değil mi belirsiz olsa da  (gülerek). Bu meret hayatındaki en kötü şey olabilir ama.”

– “Öyle deme ama (gülerek). Senden sonra en iyi dostum benim. Ne badireler atlattık onla. Bilmez misin?”

– “Bilmez miyim? Tabi ki bilirim (gülerek).”

Çay kaşıklarının çıngırtı sesleri arasında “günlerdir bir soru kafama takılıyor.” dedi Fikret: “Her iyi insan fırsatı olmadığı için mi kötü değildir? O insanlar içinde koşullar kötü olabilmenin kıyısına geldiğinde ve bir seçim sunulduğunda belli olmaz mı iyi veya kötü oldukları? Varsay elinde içi mermi dolu bir Altıpatlar, sisler içinde kaybolan, kuş uçmaz kervan geçmez bir yerdesin. Karşında hayatını zehreden,  her Allah’ın günü ağız dolusu küfürleri savurmana sebep olan biri. Elleri bağlı, dizleri üstünde merhamet diliyor, kendisi kimseye merhamet göstermemişken. Çay taşırken titreyen ellerin titremez bir vaziyette, parmağın tetiği ezmek üzere. Mermilerin beyincikle olan hasretini gidermene ramak kalmış bir hâldesin. İyi olmak ile kötü olmak arasında tercihini nasıl yaparsın? Hasreti gidermeni ne engeller? Dini düşüncen, yasalar veyahut kendi iraden mi?”

– “Güzel soru, bilmiyorum napardım. O koşullar içinde var olmam gerek. Ne hissedeceğimle ilgili bir ölçüde. İçimdeki nefrette önemli mesela, karşımdakine duyduğum nefret. Eğer nefret baskınsa tetiği ezerken ne dini düşüncen, yasalar ne de kendi iraden engel olabilir. Verdiğin örnek haricinde yokluk da imtihan eder mesela. Yokluğun var ettiği koşullar içinde suça bulaşmak zor değildir. Aslında kötü biri misindir? Orası bilinmez. Sıcak çay eşliğinde kolay bunları konuşmak. Yaşamak lazım bilebilmek için.”

– “Yasalar da dümdüz ediyor ciğerimizi, Birhan Keskin’in ciğeri gibi. Yasa verir izni. Der: “Gidip savaşacaksın benim için.” Hiç bilmediğin coğrafyalarda tanımadığın kimselerin karşısına diker seni, hiç doğru düzgün şehir değiştirmemişken. El mecburdur, içindesindir savaşın isterken veya istemeden. Vicdanını umursamaz yasalar. Bir savaşı da vicdanınla yaşarsın. Kötü biri olur musun? Orası bilinmez.”

– “Bilinmezleri konuşuyoruz o bilinmez şu bilinmez.  Ne bilinir?”

– “En bilinen şey bilinmeyenlerin bilinemeyeceğidir.” dedi Fikret gülerek. Saate bakarken kalkmaya hazırlanıyordu. “Bilirsin bekler benimki evde.”

– “Evet o bilinmez bir şey değil bak (gülerek). Yakın zamanda görüşmek üzere. Ben de kalkarım çayı bitirip. Selametle.”

– “Selametle.”

Çayın son yudumunu kafasına diktikten sonra hesabı ödemek için siparişlerle ilgilenen oğlana el işareti yapıp, montunu giydi. Kapıdan çıkınca kendisine “merhaba” diyen ayazın tüylerini ürpertmesine rağmen soğuktan dolayı kafası açılmış, kendine gelmişti. Biraz yürüyüşün iyi geleceğini düşünerek adımlarını sahile yönlendirdi.

Kısa bir yürüyüşten sonra bir çarşaf gibi seriliydi deniz. Adımını atsa yürüyeceğini sanırdı çocukken. Geçen kış bir çift mercan mavisi gözde kaybolduğunda yine burada ayılmıştı yakamoz maviliklerinin arasında. Her sene hatırlar, kapanıp kaybolan mercan mavisi gözleri yakamozların koynunda. Gözlerini kapattı hatırlamak istercesine gittikçe soluklaşan gözleri. Gözlerin netleşmesiyle dizlerinin bağı çözüldü ve dizüstü yere yığıldı. Mercan mavisi istese dokunabileceği mesafeydi. Uzatmak istedi elini, hissedebilmek için. Uzatırken, pat pat pat.

Üç el altıpatlar patladı.