
Hayat doğumla başlayıp ölümle biten bir süreçtir. Bu süreçte neler yaşıyoruz? Nasıl yaşıyoruz? Bunların farkında mıyız? Özgür müyüz? Hayatımızın kontrolü kimin elinde? Otoritenin hayatımıza etkisi nedir? Biz kimiz? Hayat amacımız nedir? gibi sorularla birlikte hayat yolculuğumuza devam ediyoruz. Kimimiz, bu sorularla yüzleşmekten korkarak, sele kapılmış bir dal gibi, hayat nehrinde savrulmaktadır. Diğerleri ise, bu soruların cevaplarını ararken, kendileriyle tanışıp, kim olduklarını anladıkları keşif yolculuğunu da yapmaktadırlar. İnsan toplumsal bir varlıktır, tek başına yaşamak ona göre değildir. İnsanoğlu topluluklar halinde yaşar, medeniyetler kurar, birlikte üreterek, tüketerek, çoğalarak devam ederler. İnsanoğlu hayatı yaşarken, onun hayatını şekillendiren alanlarla yola devam eder? İnsanın hayatına bütüncül olarak bakarsak, bedeni, ruhu, aklı ve sosyalleşmesi olarak görebiliriz.
İnsanın sağlıklı bir bedene sahip olması, hayatını daha kaliteli ve anlamlı yaşaması için önemlidir. Peki sağlıklı bir bedene sahip olmak için neler yapmak gerekir? Şöyle açıklayabiliriz: doğru beslenme, düzenli egzersiz, kaliteli düzenli yeterli uyku, dengeli, stres düzeyi düşük bir ruhsal yaşam ve sosyal yaşam. Hayat dediğimiz iyi olmalıdır, dengeli bir iyilik hali, bu zihnin ve vücudun doğal durumudur. Dengeli ve sağlıklı bir beden, dengeli bir zihin yeniliklere ve yeni deneyimlere açıktır. Hayat, dans gibi eğlenceli ve keyif verici olmalıdır. Nasıl dans ederken kendinizle ve partnerimizle müziğin ritmiyle, o andan zevk alarak, bunu ruhunuzda hissederek yapıyorsak. Hayatınıza, sağlığı ve iyiliği katarak da hayatla dans edebilirsiniz. Bu da yaşamınızın daha anlamlı, dolu dolu geçmesine fırsat verir.
“Yaşamak, kendi kendini adam etmektir. Zekâ ve bilgiyi kullanarak, etinden kemiğinden kendi heykelini yapmaktır,” demiştir Goethe.
İnsan gençliğinde aklının ucundan bile geçmeyen şeyleri, yaş aldıkça daha bilinçli olarak düşünebiliyor, sorgulayabiliyor ve bu sorgulamalar sayesinde şaşkınlıkla kendindeki farkındalığı görüyor. Benim de öyle oldu, büyüklerimden gördüğüm ve anlam veremediğim davranışları anlamamda etkili oldu. İnsanın, bedeniyle ruhu uyuşmuyor. Beden yaşlanıyor ama ruh yaşının farkında değil. Bazen kendini hayatın akışına kaptırıp gidiyorsun, bedenin ona yetişemiyor çünkü beden belli bir yaşın yorgunluğu içinde ama ruh dolu dizgin yola devam etmek istiyor. Bu etrafımızda gördüğümüz yaşlılarda da eleştirdiğimiz ya da güldüğümüz davranışlarının sebebidir. Kişi ancak bunu kendi yaşayınca anlıyor. İnsan sanki, gençliğinde yapabildiği şeyleri aynen yapabileceğini düşünüp, ona göre hareket ediyor ama beden buna müsaade etmiyor. Çünkü beden yılların verdiği yaşanmışlıkla, onun yorgunluğu ve dinginliği ile daha rahat, sakin bir hayat istiyor. O yüzden ruhumuzun beslenmesi, bedeniyle uyumlu ve farkında olarak yaşaması hayat yolculuğumuzda önemlidir. Dedim ya hep düşünüyoruz. Filozof Descartes’ın dediği gibi: “Düşünüyorum öyleyse varım.”
Var olmak için, bu dünyadan gidince geriye bir iz bırakmak için, hayatın anlamını arıyoruz. Kendimizi arıyoruz. Hayatımın amacı nedir? Hayat nedir? Nasıl yaşanır? Başarı nedir? İnsan başarı peşinde koşturduğu zaman hayatın anlamını nasıl bilebilir ki? İnsanoğlu başarı ister güvende olmak, onaylanmak ister rahat yaşamak ister. Öyle olunca toplumun kültürün kurallarına, geleneklerine göreneklerine, otoriteye bağlı yaşar, böylelikle özgürlüğünü feda etmiş olur. Özgürlük olmayınca, insan hayatının amacını, doğru bir hayat yaşayıp yaşamadığını nasıl bilebilir ki! O zaman bir bakmışız başkalarının hayatlarını taklit ediyoruz ya da onların yolunda ilerliyoruz.
Öyleyse biz, yaşamın anlamını bilmiyoruz, tek bildiğimiz şey korku, başkasının ne diyeceği korkusu, ölüm korkusu, istediğimizi elde edememenin korkusu, yanlış yapma korkusu. İnsanlar genellikle annesi ya da babası gibi olmamak isterler. En büyük korkularından biri de onların yaşadığı hayatı ya da onlarda istemedikleri davranışları yaşamak. Onlarda eleştirdikleri yargıladıkları durumları, kendileri yapmamak için gayret ederler fakat şunu unuturlar ki insan başına gelmesini istemediği şeyleri, yani korkularını bir gün yaşar. Onların yaptığı davranışları ya da verdiği tepkileri vermediğini düşünür, oysa yaptıkları şey kulağı tersten göstermekten başka bir şey değildir. O yüzden insan korkularıyla, kendiyle yüzleşerek bu duruma daha farklı çözümler bulabilir. Günlük yaşam, düşünceler, endişeler, kaygılar, iş hayatı, aile hayatı ve sosyal hayat gibi işleri içerir. Bunların tümü yaşamdır, öyle değil mi? Benim kendi değerlerime, isteklerime, arzularıma, tercihlerime göre hayatımı yaşamam, böylelikle benim arzu ettiğim hayat amacımı da yaratıyor. İnsanın var olması için her şeyden önce özgür olması gerekir. Yaşamın tam manasını anlamak için, günlük eziyetlerden kaçmak değil onları anlamak gerekir. Hayat acısıyla, tatlısıyla, neşesi, kederi ile vardır. Örneğin, gün içerisinde yediklerimizi düşündüğümüzde bile ne kadar çok çeşitli tatlarla besleniyoruz. Sadece tatlı yemiyoruz, akşama kadar hepsinden yiyoruz. Hayat da öyle bir şey, hepsi var. Yaşadığımız sıkıntılar, acılar, zorluklar hepsi bize bir şeyler öğretmek, hayat yolunda ilerlememizi kendimizi ve hayat amacımız bulmamız için var.
Hayatımda karşılaştığım sorunlar karşısında şöyle düşünürüm, bu benim felsefemdir; evet bir sorun var, peki çözüm nedir? Ben bunu niye yaşıyorum, bundan öğrenmem gereken nedir? Neyi anlamam gerekiyor? Ya da anlayamadığım ne var ki, tekrar tekrar yaşıyorum bu durumu? gibi sorularla hemen çözüme odaklanmam, benim yaşamda ilerlememi ve kendimle iletişim kurup, hayat yolculuğumda hayatımın dümeninde olmamı sağladı. Olaylara bakış açısı, çok önemli neye bakarsan onu görürsün, sorun odaklı bakarsan sorun görürsün, çözüm odaklı bakarsan çözüm görürsün. Ne düşünürsen onu yaratırsın. Kuantum fiziğinde de söylendiği gibi, düşünceler bizim hayatımızın şekillenmesini sağlıyorsa, o zaman hayatımızın kontrolü bizim elimizde, bunun farkında olarak, kurban rolünden çıkarsak hayatımızı istediğimiz gibi yaşayabiliriz. Söylendiği kadar kolay mı hem kolay hem zor. Şöyle, bizi yöneten korkularımız ya da bilinçaltımızdaki olumsuz inançlarımız ya onları düzenleyebilirsek kolay ama onlarla yüzleşmez çözüm aramazsak zor.
İnsanoğlu var olduğundan beri sürekli evrimler geçirerek hayatı daha iyi yaşamak için çabalamış, gelişme yolunda ilerlemiştir. Bugün geldiğimiz nokta, bilgi çağında arayış içinde insanlarla dolu olarak bu yolculuğun devam etmesidir. İnsanoğlu var olduğu sürece bu yolculuk da devam edecektir. Elbette ki, hayatı dolu dolu yaşayan, her şeyi olduğu gibi gören ve elinde olanlardan hoşnut olan bir insanın kafası karışık değildir, nettir. O nedenle de hayatının amacının ne olduğunu farkındadır, onun için de yaşamın kendisi için ne anlama geldiğinin bilincinde, kendisini içsel olarak nasıl zenginleştirebileceğinin yollarını arar.
Danah Zohar, kuantum yaratıcı düşünceyi anlamamız için bize şöyle aydınlatır: “Çünkü insan, potansiyel olarak birçok versiyonu aynı anda görür, ancak bunların hiçbirini tümüyle anlayamaz ve sonunda içlerinden birini, özgür seçiminin bir sonucu olarak belirler”. Neyi, neye göre seçip ortaya koyduğumuzun, o anki ruhsal durumumuzun etkisi olduğunu düşünüyorum. Nörolog Richard Restak’ın, kitaplarında vurguladığı, “Beyin bir organ değil süreçtir ve her an kendini yaratmayı sürdürür,” ifadesiyle de koşutluk gösterir. (Hayat, s: 42, 43).
Hayatımızı yönlendirmemizde, o anki ruh halimiz, içinde bulunduğumuz şartlar, bizim aldığımız kararları etkiler. Öyle muazzam sistemdir ki bu, bazen bir bakarsın insanın o anki ruh hali iyidir, her şey tıkır tıkır istediği gibi oluşur. Bir bakarsın modun düşüktür, kendini iyi hissetmiyorsundur, olumsuza gömülmüş olduğun bir gündür, bu sefer her şey aynı şekilde tıkır tıkır ters gider, ters gittikçe sen gerilirsin, sorunları çoğaltırsın ve hayatındaki her şeyden şikâyet etmeye başlarsın, böylece bir kısırdöngüye girersin. Esasında hayatımızı yöneten duygularımız ve içinde bulunduğumuz ruh halimizdir. O bizim bütün yaşamımızı şekillendiriyor, ruhumuzu doyurmayı bilmemiz gerekiyor. Neyle mutlu oluyorsak nasıl kendimizi daha iyi hissediyorsak, nasıl potansiyelimizi daha iyi ortaya koyabiliyorsak onları yapmalıyız. Bu herkes için değişir, zaten o da hayatın getirdiği bir güzellik değil mi? Her insan ayrı bir dünya, her hayat ayrı bir hikâye, kimsenin yaşadığı kimseye benzemiyor. Hayat bilge bir öğretmen gibi, bize öğrenmemiz gerekenleri anlatıyor, eğer biz anlamıyorsak tekrar tekrar yaşıyoruz ve her seferinde dersler daha da ağırlaşıyor, ta ki biz anlayıncaya kadar. Hayat sonsuz mucizelerle dolu, hangi pencereden baktığın önemli, anın tadını çıkarmak, koşulsuz sevgiyle, hayatı dolu dolu, farkında olarak yaşamak insanın kendine verdiği muhteşem bir hediyedir.
Beynimiz öğle muazzam bir sistem ki, o kadar veri bombardımanına maruz kaldığı halde dünyayı algılayışımızda bir uyaran karmaşası yaşamıyoruz. Bunun cevabı yine beyinde saklı. Çünkü sinir sisteminin amacı, dıştan ve içten gelen uyarıların oluşturduğu kaosu organize etmek ve farkındalıklarımızı bir düzen içerisinde algılamamızı sağlamaktır. Kaos hiç dinmez, şu ya da bu şekilde insana kendini hissettirmeyi, varlığını belli etmeyi sürdürür. Herkesin serbest seçimi kendine göre olduğu için, her birimiz yaşadığımız her olayı kendimize göre algılarız. Önemli olan beynin kendisine ulaşan kaotik uyaranlara neye göre nasıl düzenlediğidir. Onda da insanın yaşadığı coğrafyanın, kültürün, ailenin koşullarının etkisi büyüktür. Bundan dolayı dünyada 8 milyar insan vardır ve 8 milyar da farklı algı vardır. O yüzden hepimizin hayatı farklı şekillenir.
İnsanın sosyal bir varlık olduğunu söylemiştik. Sosyalleşmek, başkalarıyla hayatı paylaşmak insan yaşamını daha anlamlı kılar. İnsanın kendini başkalarının gözünde nasıl gördüğü önemlidir, kurduğu iletişimde kendiyle ilgili yargılara varır. Bunlar iyi şeyler de olabilir, kötü şeyler de. İnsan ilişkileri her şeyin kalbi ve özüdür. Kişi acısını da sevincine de yalnızlığını da paylaşmak ister. O ilişkide var olmak ister, o yüzden ilişkiler ve toplum içinde olmak kişiye kendini güvende ve rahat hissettirir.
Her gün biz, ya kendimizi güvende, güçlü ve değerli hissettiren ya da bizim en çok arzuladığımız şeylerden mahrum bırakan yüzlerce tercihle karşı karşıya kalırız. İnsanı felç eden korkular, bastırılmış özgüven, ortaya çıkarılmayan cesaret, bizi çıkarlarımız ve en derin arzularımızla uyumlu, güçlü tercihler yapmaktan alıkoyan engellerdir. Çünkü çoğumuz için, değersizlik hissi, finansal durumumuz, ailemiz, bedenimiz, kilomuz veya bireysel imajımız gibi konularda verdiğimiz kararların çoğuna nüfuz eder. Her birimiz içimizde kararlı ve agresif bir parçayla doğduk. Bu yönümüz, çocuklarımız ve ailemiz için savaşırken ortaya çıkardığımız güçtür. Bizi değişmekten alıkoyan, olaylar karşısında aciz kalmamızı sağlayan şeylerle yüzleşmek istiyorsak bir savaşçının cesaretini göstermemiz gerekir. Cesur bir savaşçı gibi yaşadığımız zaman her insanı, her deneyimi bir tecrübe olarak görürüz. Yaşadıklarının içindeki eğitici mesajları alıp yolunda ilerlerken, insan başkalarını yargılamanın anlamsız olduğunu bilir, daha yüce bir kaynağa bağlı olduğunun bilincindedir.
Cesur bir savaşçı hayatın önüne koyabileceği her şeye, boşanma, işsizlik, bağımlılık, afet, hastalık, ölüm, aşk acısı, vs. hazırlıklıdır. Çünkü her gün kaynağını kutsal sevgiden alır ve mücadelenin yolculuğunun bir parçası olduğunu bilir. (Cesaret, s: 24).
İnsanın burada olmasının nedeni, potansiyeline ulaşmasına yardımcı olacak gücünü toplamaktır, bu da zorluklarla karşılaşmanın kaçınılmaz olduğu anlamına gelir. Geçmişe takılıp kalmak yerine, bugüne ve gelecekte yapmak istediklerinin bilincinde olarak, onu bu sürece hazırlayacak gücünü ateşleyecek çatışmalarla yüzleşmeye hazır ve istekli olacaktır. Cesur bir savaşçı, evrensel düşmanı olan cehaleti ile cesurca savaşandır. Öyleyse cesur bir savaşçı nasıl yaşar? O korkularını net bir şekilde görür ve bunları dürüst ve cesurca kabullenir. İnsan kendini tanıyınca yapabileceklerini ya da yapamayacaklarını anlayıp ve kabullendiği zaman hayatını daha anlamlı ve kaliteli yaşar, bunun bilincinde olmak önemlidir.
Şems-i Tebrizî şöyle söyler: “Hayat bu, bir bakarsın her şey bir anda son bulur. Hayat bu, son dediğin an her şey yeniden can bulur.”
Hayat bir yolculuktur. Bunun farkında olmalıyız. Yol uzun eğlenceli, maceralarla dolu devam ediyor. İnsan bu yolculukta neler var bilmek istiyor. Doğasında olan acelecilikle hemen sonuca ulaşmaya çalışıyor. Bu yüzden süreçte yaşanılanların farkına varamıyor. İstediği gibi oldu ya da olmadı buna bakıyor. Halbuki süreç dediğimiz şey hayatın ta kendisi. Bu süreçte neler yaşadık, kendimize neler kattık bunu görmeliyiz. Hayatı acısıyla tatlısıyla, dolu dolu yaşayıp tadını çıkarmalıyız. Yaşadığımız her olay bize bir şeyler kazandırıyor, olgunlaşıyoruz. Olumsuza değil olumluya odaklanmalıyız. Sorun varsa çözüm de vardır. Yollar her zaman otoban değildir. Taşlı, topraklı, engebeli, virajlı da olur. Tabii ki yol ayrımları da var. Burada karar vermeliyiz, hangisine gitmeli. Her seçim bir şeyden vazgeçmektir. Bazen yanlış seçimler de yapabiliriz. Önemli olan burada aldığımız kararların sonuçlarından doğru dersleri çıkarmamızdır. Sonra geçmişe dönüp baktığımızda bugünkü aklımızda o günkü kendimizi ve kararlarımızı yargılamamalıyız. Zaman geçtikçe ne yol, eski yol ne de sen, eski sensin her şey değişti.
Aynı Herakleitos’un da dediği gibi:” Aynı nehirde iki kere yıkanmazsın. Çünkü ne artık sular, aynı sulardır, ne de sen aynı sensin”.
Kaynakça:
Müftüoğlu, Osman. Yaşasın Hayat, İstanbul, Doğan kitapçılık, 2003, s: 26, 29.
Krishnamurti. Hayatınızla ne yapmak istiyorsunuz? İstanbul, sistem yayıncılık. 2010.s: 59, 61, 62.
Geçtan, Engin. Hayat, İstanbul, Metis yayınları, 2002, s: 42, 43.
Ford, Debbıe. Cesaret, İstanbul, Butik yayıncılık, 2012, s: 24, 25.