
Edebiyat yarışmaları her yıl yüzlerce yazarın umutla başvurduğu, “şansını denediği” mecra. Sonuçlar açıklandığında ise kazanan birkaç kişi alkışlanır, geriye kalan yüzlerce kalem sessizliğe gömülür. Oysa sorulması gereken soru başka: Edebiyat gerçekten yarışır mı? Ruhun, sezginin, içsel sarsıntının dili ölçülebilir mi? Yoksa biz edebiyat adı altında, vitrine çıkmış, belirli normlara uydurulmuş bir beğeni sisteminin çarkını mı çeviriyoruz?
Yarışma mı, Seçim Mekanizması mı?
Günümüzde pek çok edebiyat yarışması, görünüşte “genç yetenekleri destekleme” amacını taşır. Fakat perde arkasında işleyen sistem çoğu zaman adaletli değildir. Seçici kurulların kişisel beğenileri, ideolojik yakınlıkları, hatta sosyal çevreleri, sonucu doğrudan etkileyebilir. Yazar ile metin arasındaki samimi bağ, jüri önünde “beğeniye uygunluk” testine dönüşür.
Birbirini tanıyan çevrelerden oluşan jüri ekipleri; atölye arkadaşlıkları, yayınevi bağlantıları, eski dostluklar… Tüm bunlar, “edebi değer” kadar hatta daha fazla belirleyici olur. Bu durumda yarışma, metinlerin değil, ilişkilerin yarışına döner.
Ortalama Olanın Zaferi
Edebiyat yarışmaları, riskli olanı değil, tanıdık olanı ödüllendirir. Biçimsel yenilikler çoğu zaman ‘anlaşılamaz’ bulunur; sıradışı sesler ya duyulmaz ya da “aşırı” bulunarak elenir. Bu yüzden yarışmalar çoğunlukla ortalama metinlerin yükselmesine neden olur. Jüriye hitap etmeyi hedefleyen metinlerde, yazar özgünlüğünü değil, stratejisini öne çıkarır. Bu da edebiyatın içsel dürtüden değil, dışsal beklentiden doğmasına yol açar.
Kalabalıklar Önünde Kaybolanlar
Yarışmaların hızlı temposu, başvuru süresi, kelime sınırı gibi unsurlar; zamanla yazan, içten gelen ritme güvenen yazarları dışarda bırakır. Yazmak onlar için bir yarış değil, bir inzivadır. Fakat sistem onları başarısız ilan eder. “Listede yoksan yoksun” anlayışı, edebiyatı üretimden çok sunum meselesi hâline getirir.
Kazananlar listesine baktığımızda, ödül sonrası kalıcılığı yakalayamayan pek çok isme rastlarız. Çünkü ödüller görünürlük sağlar ama edebi derinlik, görünmezlikte mayalanır.
Gerçek Edebiyat Podyuma Çıkmaz
Büyük edebiyatçılar, çoğu zaman yarışmalardan uzak durmuşlardır. Kafka, Dickinson, Pessoa gibi isimler; iç seslerinin peşinden gittiler, jüri beğenisiyle değil. Onların yazısı zamanla filizlendi; belki yıllar sonra, ama köklü bir şekilde.
Yarışmalara mesafeli durmak, tembellik değil; bilinçli bir reddediştir. Bazı metinler madalya almaz ama okurun ruhuna sessizce yerleşir. O yerleşme, hiçbir jüri kararıyla ölçülemez.
Onurlu Kalem, Bağımsız Yazı
Edebiyat yarışmaları, sistemin kalemi şekillendirme çabasının araçları hâline gelmiş durumda. Elbette istisnalar vardır; titizlikle yürütülen, adaleti gözeten yarışmalar. Ama genel manzara, edebiyatı “ödüle layık” hâle getirme çabası içinde yozlaşmış durumda.
Bu nedenle, yarışmalara katılmamak bir geri duruş değil; yazının özüne dönüştür. Çünkü edebiyat, başkasının onayıyla değil, yazarın kendi yankısıyla başlar.
Yazar Notu:
Bu yazı, herhangi bir kişiyi, kurumu ya da yarışmayı doğrudan hedef almaz. Eleştiri, sistemin yapısal sorunlarına yöneliktir. Yarışmalara katılan ya da ödül alan yazarlara değil; yarışmanın edebiyat üzerindeki etkisine odaklanır.