https://www.yazi-yorum.net/wp-content/uploads/2020/06/hakkimizda.jpg

Zaman zaman tekrara düşen konuşmalarla başlar milattan sonraki başlangıçlar. “Merhabalar, iyi akşamları doğurur; iyi akşamlar, iyi geceleri…”  Takvim yaprakları bir bir eskitirken hal hatır sorulmaya başlanır. Bir akşam ansızın “Nasılsın?” soruları ile yankılanır kulakların. Bilmezler ki derdini çözmeye gücün yetmeyecekse sorulmaz kimseye “nasılsın?” diye. Soruldu bir kere deyip “iyiyim” dökülürken dudaklardan, her hücren yalanını ortaya çıkarmak ister. Sesin kesilir, kalbin atmaz olur gözün ferini ardında bırakır. Tüm gücünü toplayıp “iyiyim” diye yinelersin cevabını. Adetten de olsa sorarsın “Sen nasılsın?” diye. Alışkanlıktan duyulan bir “iyiyim” daha. O gece son bulur o sohbet. Fazla yalana bulaşmadan, fazla hal hatır anlatmadan. Gece yastığa koyarsın kafanı “iyiyim” kelimesinin harfleri kadar gözyaşlarını boncuk yapıp dizersin yastığına. Hatıralar hayal olup avucunun içine konulur bir el tarafından.  Ardından bir tam bakış bir yarım gülüş ile karşılaşır yollar birden bire. Akıttığın gözyaşını unutur bir gülümsemeyle karşılarsın bir şeyleri. Yollarınız ayrılır ama rolleriniz hala bir. Nasıl da güçlü nasıl da tasasız.  Haftalar mecburiyetlerle dolu günleri içinde barındırır. Günler ayları tamamlar, kalbin bir güvercin kalbi gibi çırpınır durur doğmamış güneşin altında. Akıl sözü kalbe bırakır. Kalp lal.  Gözler yaşlı, eller hissiz.

Bir gece ağır gelir taşınılan yük ve iyiyim ile saklanamaz tüm geçmiş. Sen geçmişi gece koyarsın gizli sandıklara, sabahına al bir yazma gibi dökülür saçlarından.  Bir daha açamazsın “iyiyim” bahsini.  Sesin kesilmesine, kalbin atmamasına, ferin gitmesine müsaade edilmez. Başlar dudaklardan dertler dökülmeye. Saat ikiyi dört geçiyor. Masada iki çay. Tek şekere, iki şeker. Unutulmamış bir şeyler. Çay kaşıkları sessizliği böldü, taşırdığı çaya gülümsendi. Konuyu kim açacak diye düşünürken garson gelip “Efendim, kül tablası…” dedi. Hayatın tanımını yapabilecek kadar ileri giderse bir şeyler, masada kül tablası kadar manidar olan bir şey olamazdı. Aslında hiçbir şeyin iyi gitmediği ortadayken rol yapmanın ağırlığından konuşulmaya başlandı. Dinlemek ve dinlenmek aranıp da bulunmayan bir nimetin olduğu bakışlardan anlaşılıyordu. Birinin sırtında geçmişin yükü ve iliklerine kadar işleyen pişmanlığı diğerinin üzerinde hala güçlüyüm duruşu vardı. Ya da bugün güçsüz olmak için yanlış bir gün duruşu. Masanın üstüne koyduğu dirseğiyle çenesine destek yaparak onu saatlerce dinledi. Arada başını onaylamak için sallıyor arada da gözleriyle ona destek oluyordu.  Düşünürken bile zora düşülen bu durumları bir tarafın yaşamış olması tüm merhametleri filizlendiriyordu.  Bakışlarda “bunca zaman nasıl güçlü kaldın?” sorusu varken dilden dökülenler metanetin tanımıydı.  Masada duran menekşe bile en güzel şekilde kokmak istedi o an.  Masada duman hiç yükselmiyordu. Kül tablasının yeri yoktu bu konuşmada. Her şey bıraktıkları gibiydi. Yükler hariç…  O konuştukça geçmişi onarılıyor, eskisinden daha az iz bırakmak için bir şans veriyordu. Anlaşılabilmenin verdiği derman, kaybolan yılların kanatlarına dikiliyordu. İnsanlığa dair kaybolan inançlarının yeniden yeşermesi için, birkaç mevsim daha dökülmesi gerekiyordu yaprakların sadece. Hepsi bu. Yapımın yıkımdan daha zor olduğu daha yedinci cümleden kazınmışken aklına, pes edecek hali yakıştıramadı kendine. Geçmişin izleri ancak daha iyi bir yapımla silinebilirdi. Ve bakışlarında bu umut vardı. Umutla bakarken karşı tarafa, geri aldığı bakışlarda gemisinin batmasına az bir vakit kalmış kaptan acizliği vardı. Her şeyin bir anda olmayacağını farkındayken içten dileklerle kalkıldı masadan. Hiçbir şey irdelenmedi. Hiçbir şey bir sonuca varılmadı. Hiçbir beklenti yuva yapmadı gönüllere. Bugünün görevi geçmişi onarmaktı. Onarıldı onarılmadı diye düşünmeden çıkıldı kapıdan.  Birlikte attıkları beş-on adım sonra ayrılma vakti gelmişti yolların. Saat altıyı kırk geçiyor. “İyi akşamlar…” ile başlayan hikâye yine “iyi akşamlar…” ile bitmişti.

Ardından tek başına yürürken yolun geri kalan kısmını,  dudağından tek cümle döküldü.

“Keşke kanayan dizlerine üfleyebilmek için nefesim yetseydi geçmişimize…”